Chào các bạn! Truyen4U chính thức đã quay trở lại rồi đây!^^. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền Truyen4U.Com này nhé! Mãi yêu... ♥

3


  Elime batan keskin acı ile gözlerimi açıp küçük bir çığlık attım. Bana sırıtarak bakan fareyi gördüğümde ise onu boğma girişiminde bulunmayı fazlasıyla çok istiyordum. "Hadi kalk Havva kızı yapacak işlerimiz var!"

Bana hitap etme şekliyle kaşlarımı çattım. "Benim annemin adı o değil?" Bana sırıtarak baktı. Bilmediğim bir şey mi var? "Bana öyle bakma!" Ayağa kalkmaya çalıştığımda üzerimde olduğu için başta sendelese de sonra takla atarak yere inmişti. Etkilenmediğimi söylesem yalan olurdu. Tabii ki bunu ona belli etmemeye çalıştım ve tamamen ayağa kalktım.

"Fazla uyuşuksun." Kılıcını kemerine koyarken söylendi. Gözlerimi devirerek cevap verdim. Şu an onunla kavga edecek durumda değildim "Git ve peynirini ye fare."

Kılıcını hızla bana doğrulttuğunda yastığı elime aldım ve ona fırlattım. Anında sıçradığı için denk gelmemişti tabii. Bana yaklaşmaya başladığında ayakkabıma uzanıp hızlıca içinden bıçağımı aldım. İkimiz de birbirimize doğrulttuğumuz silahlarımızla bakışıyorduk. "Bir Narnialı olduğuna inanmıyorum." Tamam bu bir hakaretti!

"Öyle mi fare? Peki ya sen? Bir Narnialının asil olmasını beklerdim." Bana sinirle bakmıştı. "Cömert?" Fareyi süzdüm. "Sende ikisini de göremiyorum." Bir anda üzerime atladığında başta şaşırsam da sonrasında bıçağımla neredeyse boğazıma dayanacak kılıca karşılık verdim.

"Sözlerini dikkatli seç Telmarin!" Tamam yeter artık!

Kılıcını düşürmeye yönelik bir hamle yaptım. Anında savurmuştu. Hızla vurmaya devam ettim ama hepsini mükemmel bir ustalıkla geri çeviriyordu. Geri sendelemeye başlamıştım. O hala hızla üzerime geliyordu. Tanrım bu ne biçim bir fare böyle! Dikkatim iyice dağılmıştı ve tek amacım kılıcını benden uzaklaştırmaktı. Ayağım yer yatağına takıldığında sırt üstü yere düşmüştüm. Bıçağım elimden düşmüştü ve canım acıyordu. Fare üzerime çıktı ve kılıcını boğazıma dayadı. Bir milim daha hareket ettirse yaşamıyor olacaktım. Hızlı hızlı nefes alırken sinir ve hırsla ona bakıyordum.

"Bir Narnialı olmadığını söylemiştim." Öyle bir söylemişti ki boğazımın düğümlendiğini hissetmiştim. Kılıcını boğazımdan çekti. Bana son bir bakış atıp üzerimden kalktı ve odayı terk etti. Ben hala yerde yatıyordum. Kafamı serbest bırakıp tamamen yere yattım. Bu fare tam bir Narnialıydı. İçimden bir ses bu gemi yolculuğunun beni mahvedeceğiydi.

"River!" Caspian'nın sesi duyulduğunda kafamı kaldırdım. Odanın kapısına yaslanmış Luther ile bana gülerek bakıyorlardı. "Galiba Reepicheep seni uyandırmış." Gerçekten küçük bir kız gibi dil çıkartmamak için dilimi ısırmak zorunda kalmıştım. Bunun yerine gözlerimi devirdim. Ellerimden destek alarak kalktım. Hala gülerek bakan Caspian yaslandığı kapıdan kalktı. Ben ayakkabılarımı giyerken konuştu. "Reepi'ye ne dedin de sana bunu yaptı." Gülmesini engellemeye çalıştığı sesinden belli oluyordu. Bıçağımı geri ayakkabıma koyarken ona bir bakış attım. "Ben ona bir şey demedim! O bana dedi." Ayağa kalktım ve odadan çıktım. Gülerek arkamdan geldi.

Aşağıya indiğimde masada bir ekmek, üç dilim de peynir vardı. Masanın ortasında da bir fare duruyordu tabii. Ona aldırmamaya dikkat ederek sandalyeyi çekip oturdum. "Kavga etmeden bir an önce yemeğinizi yiyin." İkimizi kastettiğini herkes biliyordu. "Bir an önce mürettebatı bulmalıyız." Kaşlarımı çattım.

"Zaten bir mürettebatımız yok mu?" Önümde duran ekmeğe uzandım.

"Var ama daha bilmiyorlar." Harika! Gözlerimizi kapatmış uçurumun kenarında yürüyorduk resmen. En başından beri kabul etmemem gerektiğini biliyordum. Ekmekten bir ısırık aldım. Reepicheep ise peynirden yiyordu.

Birkaç dakika sonra Luther ve Caspian gemi hakkında konuşmaya başlamışlardı. Ben onların konuşmasına odaklanmamıştım. Sadece ekmeğimi bitirip bir an önce şu işe başlamak istiyordum. Karada olmak beni rahatsız ediyordu. Ne kadar saçma bir durumda olsam bile hala bu maceraya girmek istiyordum. Yıllardır rüyalarımı süsleyen Atlantis vardı sonunda. Ne olursa olsun bu işe razıydım.

Herkes yemeğini bitirdiğinde etrafı toplayarak en başta geldiğimizde nasılsa o hale getirmiştik. İzimizi bulmaya çalışmaları ihtimalinde burayı bulabilirlerdi. Bu yüzden olabildiğince izimizi yok etmeye çalışmıştık. Caspian kaptan şapkasını başına geçirdi ve hepimiz depodan çıktık. Luther büyük kapıları kilitledi ve anahtarı suya attı. Her şekilde kilidi kıracaklardı. Yine de belki biraz zaman kazanırdık.

Reepicheep'i olabildiğince gizlemeye çalışmışlardı. Telmar sınırlarında olmadığımızdan biraz daha güvendeydik ama bu onu gördükleri anda öldürmeyecekleri anlamına gelmiyordu. Tabii ölüp ölmemesi beni ilgilendirmiyordu. Sadece bilgili olduğu doğruydu ve ölürse yolculuk daha uzun sürebilirdi, daha kolay olurdu ama.

Limanda yürürken bir sürü gemi ve mürettebat görmüştüm. Bazıları fazlasıyla asil, zengin dururken; bazıları neredeyse açlıktan ölecek gibiydi. Limanın neredeyse en sonuna gelmiştik. Dayanamayıp "Gelmedik mi?" diye sordum.

"Ne oldu, yoksa yoruldun mu Telmarin?!" Fare konuştuğunda bir kavga çıkmaması için ellerimi yumruk yaptım. Cevap vermemeye çalışıyordum. Yoksa gerçekten birbirimiz öldürecektik. Caspian fareye bir bakış attı ve bana döndü.

(Müziği açabilirsiniz)

"İşte orada." Eliyle işaret ettiği yere baktığımda ağzım açık kalmıştı. Şaka yapıyorlardı değil mi? Kesinlikle çalmıştı! Bu kadar mükemmel bir geminin bu adamda olmasının başka hiçbir açıklaması olamazdı. Önünde görkemli bir ejderha vardı. Neredeyse altından yapıldığını sanmamı sağlayan bir parlaklığı vardı. Ejder o kadar gerçekçi duruyordu ki denizdeki diğer gemileri geri püskürttüğüne emindim. Yelkenlerinin mavisi okyanusun aksine oldukça koyu ama pasparlaktı. Üzerindeki desenler yine altından yapılmış gibi duruyordu. Deseni üzerinde iki aslan olan ve ortada bir tahtta duran kral tacı vardı. Kesinlikle bu limandaki tüm gemilere taş çıkartacak güzellikteydi. O an bu gemiye binebilmek için her şeyi yapmaya hazırdım. Bu geminin görkemine aşık olmayan bir denizci olduğunu sanmıyordum.

"Beğendin mi?" Soruyu kimin sorduğunu bile idrak edememiştim. Ağzım açık bir şekilde kafamı salladım. Uzun bir süre etkisinden çıkamayacağımı biliyordum.

Caspian ve Luther'ın gülüşü duyuldu. Gemiye ilerlediklerinde ben de arkalarından gittim. Yürürken geminin her santimini aklıma kazımaya çalışıyordum. Bu macera bittiğinde aklımda kalmasını istediğim ilk şey bu gemiydi. Gemiye binmek için güverteye ve gemiye bağlanmış palanganın üzerinden geçmeliydik. Herkes ilerlerken ben orada kalakalmıştım. Caspian "Gelmiyor musun River?" dediğinde ancak kendime gelerek palangaya adımımı attım. O bile diğer gemilerinkinden kat ve kat güzeldi. Yavaşça biraz da korku, heyecanla kafamı kaldırdım. Geminin güvertesi gözlerimin önündeydi.

Kocaman bir genişlikteydi. Ahşabın rengi bile o kadar asildi ki. Koyu renkli, Ladin ağacından yapıldığını düşündüğüm parıltısıyla bir sarayın zeminini hatırlatıyordu. Geminin kenarlarında altına benzer işlemeler vardı. Aslan figürleri kamaranın her iki yanında duruyorlardı. Genelde her yere kırmızı ve altın renkleri hakimdi. Güverteye hızla ilerleyip adım attım. Kafamı biraz daha kaldırdığımda dümenin bulunduğu yer gözüme takıldı. Merdivenler kavis alarak her iki yandan uzanıyorlardı. Trabzanları yine altın renkliydi. Fark etmeden güvertenin ortasına gelmiştim. Arkamı döndüğümde Caspian, Luther hatta fare bile gülerek bakıyorlardı.

Caspian'nın arkasında duran yaratığı gördüğümde ağzımdan bir çığlık kaçmıştı. Caspian arkasını döndüğünde boynuzlu yaratıkla el sıkıştılar. "Gemiye hoş geldiniz ikinci kaptan." Gülerek sarılmışlardı. İkinci kaptan?

"S-sen..." Yutkundum. "Sen bir Minator'sun." Reepicheep yanıma geldi. "Aynen öyle Havva kızı." Tamam buna gülümsemiş olabilirdim. "P-peki ya Sentorlar?"

Minator tok sesiyle güldü. "Onları gemiye hiçbir güç bindiremez." AH! Bir Sentor görmeyi çok isterdim! Caspian da yanımıza geldi. Minator "Adın ne bakalım Havva kızı?"

Yüzüne bakabilmek için kafamı kaldırmam gerekmişti. Benim hem boyuna hem de enine iki katımdı ama nedense hiç korkmuyordum. "Ş-şey River."

"Ben de Aramis. Bu da mürettebatım." Dediği şey ile içeriye giren insanlara ve birkaç tane de hayvana baktım. Bir ayı bile vardı. Çoğu insandı. "Hepsi ile tanışacaksınız kaptan ama önce kamaranıza gidip hazırlanmak istemez misiniz?"

Şaşkınca yüzüne baktım. Birkaç kere gözümü kırpmam gerekmişti. Bana kaptan mı demişti? "T-tabii." Reepicheep kamaraya doğru ilerlediğinde ben de onu takip ettim. Kapıyı kuyruğuyla açmış ve içeri girmişti. Şu an sevincimden ne yapacağımı bilemediğim için sadece onu takip ediyordum. Kamaranın kapısını kapattım ve önüme döndüm. "Hadi canım!"

Karşımda bir kaptana yaraşır kıyafetler duruyordu. Kamaranın büyüklüğünden bahsetmiyordum bile! Tüm duvarı kaplayan camlardan deniz bana bakıyordu. Camların önünde haritalarla kaplı bir masa. Duvarlarda ise... Eskinin kral ve kraliçeleri! Hemen duvardaki resimlere bakmak için ilerledim. Atlarına binmiş Kraliçe Lucy, Kraliçe Susan, Yüce Kral Peter ve Kral Edmund vardı. Elimi resimde gezdirdim. Kabartmalı bir şekilde çizildiğinden tüm detayları hissedebilmiştim. Hemen Yanında ise Aslan vardı. Tüm gemide Aslan figürleri olduğu doğruydu ama bu en görkemlisiydi. Narnia'nın gerçek kralı. Aslan.

"Aslan'a inanıyor musun?" Reepicheep'in sorusu ile elimi yine resimde gezdirdim. "Annem hep hikayeler anlatırdı. O... O Aslan'ı görmüş. Hep ne kadar cömert, görkemli, bir o kadar da sıcak kalpli olduğundan bahsederdi." Annemi hatırlayınca gözümden bir yaş düşmüştü. Belli etmemeye çalıştım ve elimi resimden yavaşça çektim. "Sen? Sonuçta bir Narnialısın. Aslan'a inanıyorsundur."

"Tabii ki! O Narnia'nın asıl kralı. Hayalim onun ülkesine varmak. Bu yüzden bu yolculuktayım. Arkadaşıma yardım etmeyi saymazsak." Kafamı salladım. İlk defa normal bir konuşma yaptığımız gerçeğini sindirmeye çalışıyordum.

"Şey... sen giyin." Tekrar kafamı salladım. "Teşekkürler." Kamaranın kapısını kuyruğuyla açtı ve çıktı. Önce yaş akan gözlerimi sildim. Ayakkabımdaki bıçağı çıkartarak masaya bıraktım. Üzerimdekileri çıkarttım. Zaten fazlasıyla rahatsızlardı. Bir elbise ile asla dövüşemezsiniz. Zaten bu yüzden Reepicheep'e yenilmiştim. Önce pantolonu giydim. Üzerime beyaz gömleği geçirdim. Sonra da kaptan üniformasına benzeyen kırmızı ceketi. Siyah çizmeleri de giydiğimde hazırdım. Babamın bıçağını yine çizmeme koydum. Kolyemi bir kere öpüp gömleğimin içine sakladım. Masadaki pusulayı da cebime attım.

Tam eski kıyafetlerimi katlıyordum ki kapı çaldı. "Girin." Dedim. Caspian elinde bir kılıç ve şapka ile girdi. "Yakışmış." Elimdeki bez parçasını bırakarak gülümsedim. "Ama görünümünü tamamlamak için bunlara ihtiyacın var." Elindekileri masaya bıraktı. "Şapkasız asla tam olarak kaptan olamazsın." Kırmızı renkli ama altın renkli aslan işlemeleri olan şapkayı kafama taktı. "İşte şimdi oldu."

Masadaki kılıca uzandı. "Bunu oğluma verme niyetindeydim ama kader bizi ayırdı." Kafasını kaldırdı ve yüzüme baktı. "Onu bulana kadar bu kılış senindir. Buna iyi bak." Kılıcı bana uzattı. Biraz tereddüt ederek aldım. "Dene bakalım."

Kılıfı yine kırmızıydı. Tutma yerinde anlamadığım bir şeyler yazıyordu. Kılıcı kılıfından çıkarttım. Tatmin edici metal sesi odada yankılandı. Kılıç o kadar parlaktı ki. Ağırlığı tam olarak idealdi ve göz kamaştırıyordu. Üzerinde yine yazılar vardı. Elimde birkaç kere çevirdim. Çok etkilenmiştim. "Evet kesinlikle senin."

Güldüm. "Teşekkürler kaptan." Ellerini göğsünde birleştirdi. "Artık kaptan sensin."

"Farenin de kaptan olduğunu sanıyordum." Bana göz kırptığında sırıttım.

"Onu bul. Yıllardır ölümden kaçıyorum. Son kez oğlumu görmeden bu dünyayı terk edemem." Onu sorgulamadım. Bir söz vermiştim ve yerine getirecektim. Bu adam oğlunu görecekti.

"Söz veriyorum. Oğlunu bulacağım." Kılıcı kılıfına geri koydum.

Kapıda bir hareketlenme oldu. "Kaptanım mürettebatınız limanı terk etmeye hazır." Aramis konuştuğunda kafamı salladım. "Geliyorum." Caspian'a son bir kere bakmıştım.

"Seni nasıl bulacağım?"

"Ben orada olacağım. Merak etme." Kaşlarımı çattım. Bu tam olarak ne demek?

"Hadi. Mürettebatın seni bekliyor." Onu bir anda kendime çekip sarıldım. Buna başta şaşırdığı için tepkisiz kalmıştı ama sonra o da karşılık verdi ve sırtımı sıvazladı. "Teşekkür ederim."

Benden ayrıldı ve tekrar göz kırptı. "Hadi git!" Güldüm ve kılıcı belime sabitleyerek kamaradan çıktım. Aramis bana başıyla selam verdi ve merdivenleri gösterdi. Tüm mürettebat hazır olarak emirlerimi bekliyordu. Gözlerimin dolması hoşuma gitmese de gerçekten mutluydum. Dümene ulaştığımda başında küçük bir kaptan şapkasıyla Reepicheep dümenin üzerinde duruyordu. Beni görünce tırabzana geçti. "Merhaba kaptan." Dedim ve göz kırptım. Bana cevap vermese bile hoşuna gittiği anlaşılıyordu.

"Emirlerinizi bekliyoruz efendim." Aramis'in sözü ile güverteden inen Caspian'a baktım. Bana denizci selamı vermişti. Ben de aynısını ona yaptım. Luther da yanımıza geldiğinde Reepi ile göz göze geldik.

"Yelkenleri açın!"

"Gemiyi döndürün!"

"Kuzeye tam yol ileri!"

Ardı ardına sıralamıştık emirlerimizi. Luther sırıttı. Reepi de bana göz kırptığında biraz da olsun barıştığımızı anlamıştım. Gemiciler yelkenleri açtığında gemiyi döndürerek denize doğru ilerlemeye başladık. "Tam yol ileri!" Reepi bağırdığında güldüm.

"İyi bir takım olacaksınız desem denize atılır mıyım?" Luther konuştuğunda gözlerimi devirdim ve önümüzde çarşaf gibi gözüken masmavi denizde ilerleyen gemimizin güzelliğine odaklandım. Ejderha bizden önce ilerleyip tüm görkemiyle suyu yarıyordu. Arkasında bıraktığı köpükler ile Kuzey'e ilerliyorduk.

"Yolculuğumuz başladı." Reepi bana baktı.

"İşte buna macera denir leydim." 





Bölümü yazarken Narnia müziği ile fazla duygulandım! Bir de kar yağdığı için iyice oralara gittim. Tüm ruhsal sağlığım bozuldu.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen4U.Com